Sertap Erener’in çok güzel bir şarkısı vardır İncelikler Yüzünden başlıklı. İşte şimdi rica ediyorum bir yandan okurken, onu dinleyin. Duyabiliyorum yalnız ‘yok artık’ dediğinizi. Ne olur sanki bir açsanız şu şarkıyı, ne olur! Yazının keyfine varacaksanız bakın, bir dinleyin!
Öyle acı bir konu ki şu incelikler, bam teline basıyor, boğazındaki yumruyu sallıyor insanın. Belki ben çok hassas olduğumdan bana öyle geliyor, ki hassasım zaten, ama yinede acı bir konu… Olsun varsın, hatırınız büyük nasıl olsa, konuyu açtım gitti…
Kalınız biz (sözde)
İyi bir gözlemciyim.
(nereden biliyorsun! Bu kadar megalomanlık da görülmemiştir)
Bunu biliyorum çünkü etrafımda gördüklerimi dile getirdiğim, teste tabii tuttuğum zaman onaylandığımda ya da benzer yorumlarla karşılaştığımda görüyorum ki, doğru görebiliyorum. Uzatmayalım işte, iyi bir gözlemciyim. Nokta.
Şimdi bir mertlik kavramımız var. Kabul mü? Mertliğe leke sürdürmemeliyiz, doğru mu? İncelik, duvarları yıkarak, çıplaklaşarak olur, çıplaklıkta mahremdir, zayıflıktır. Zayıflık kırılganlıktır, kırılganlıkta ezikliktir.
Peki, ezik miyiz biz? Tabii ki hayır! Hâşâ! Ne ezikliği! Kimmiş ezik! O zaman amacımız asla ve asla kırılganlığımızı ifşa etmemek, en nihayetinde incelip bükülmeden, asil bir halde yaşayıp gitmektir.
–miş gibi davranmak her zaman daha mantıklı değil mi?
Öyle değil işte!
Etrafıma baktığımda kalın kalın insanlar görüyorum. Ben kalın diyorum başkası oturaklı, ağırbaşlı, soğukkanlı, karakterli diyor, hatta bilgiliye kültürlüye filan kadar uzuyor bu betimlemeler.
Ne olur yani gösterseler aslında kalın olmadıklarını aslında kırılabildiklerini, sinirlenmelerinin arkasında bile kırılganlıklarının yattığını, ağır geldiğini; her şeyin ama her şeyin çok ağır geldiğini söyleseler ne olur?
Çok uzun süre kendimi ucube gibi hissettim ben kırılabiliyorum, kırılganlıklarım ne fazla diye… Meğer herkes numara yapıyormuş.
İnceciklik
Tamam, kalınlık büyük bir aldatmaca, belki güzel gözüken bir yalan. Kötü bir şey yani kabul ediyorum ama bunun tam karşı tarafı, tam zıttı güzel demek olmuyor. Ne var kalınlığın tam karşısında? İnceciklik var. O da ayrı bir fena. Nasıl oluyor bu inceciklik? İnsanlar kırılganlıklarını kabul ediyorlar, hem de öyle bir kabul ediyorlar ki, öyle bir sarılıyorlar ki kırılganlıklarına, öyle bir sadakat gösteriyorlar ki onlara, kıpırdayamaz hale geliyorlar. Öyle ya, birinden duymuştum, “fazla merhamet edersek yerimizden kıpırdayamayız” diye. Doğru. Bir an için, attığınız her adımın başkalarının hayatında yaratabileceği, yarattığı etkileri düşünün, sizin hunharca tükettiğiniz ama başkasının hayatını dahi kurtarabilecek şeyleri düşünün. Bir düşünün. Şu an, şu saniyede olan, ölen şeyleri düşünün. Kıpırdayamayız gerçekten de.
İnceciklik çok ağır; kalınlık rolü bir süre sonra yapışabiliyor belki, artık yapışkanı bile bizden bir parça gibi geliyor; kolay geliyor her şey ama inceciklik olunca insanda her şey sürekli çok ağır geliyor. Sürekli. Herkesi anlamaya çalışmak, kırmadan, dökmeden, ama kimseyi kırıp dökmeden yaşamaya çalışmak çok ağır geliyor.
İşte o dengeyi bulmak, bulabilmek; bir tarafta uzun süre çok kalmamayı becerebilmek akıl sağlığımız için en doğrusu, en zoru aynı zamanda da.
Hala Açmadınız mı Şu Şarkıyı?
Kırılganlık cesaret ister, kırılganlık büyüklük ister ve işte ilişkiler bu incelikler yüzünden şahane yaralar alır. Bu kalınlık sağlam olmadığından, özünde herkes inceldiğinden, ince olduğundan, incelikler kalınlıkların arasından gözükemediğinden; işte bütün bunlar yüzünden, incelikler yüzünden üzülür insanlar; üzülüyoruz.
Şarkıda da dediği gibi, biz yinede incelikli kalalım.
Kendimiz için.
Şu şarkıyı da bir açmadınız ya. Alacağınız olsun!