Yeni yeni yeni

Öyle Nil’in dediği gibi kendi kendime konuşacağım ama umarım aldırmazsınız:

Yine Nil’in dediği ve benim de katıldığım gibi
“hayatta dileklerimizin gerçekleşmesinden daha çok istediğimiz bir şey yok.

Yeni yıl, yeni zaman bizde başlangıç hissi uyandırdığı için, umutla doluyoruz.

Her türlü, saçma ya da değil, töreni yapmaya da açığız.

Dilerim, elimizi uzattıklarımıza ulaşmayı önemsediğimiz kadar, elimizdekilerin de kıymetini bilelim.

Ulaştık diye, onları avucumuzda bilmeyelim.”

Hah şimdi bu noktada intihali bırakıp, avucumda bilmediğim ve tanıştığım, yollarımın kesiştiği için daha da zenginleştiğim olaylar ve insanlardan bahsetmek, ve küçük bir 2016 defteri de ben tutmak istiyorum:

Öncelikle annem… annem 1953’de dünyaya geldiği günden itibaren olduğu ve 3053’de de olacağı gibi hep en güzel, en tatlıydı… defterimin baş köşesine onun adını yazıyorum en büyük harflerle çünkü O, her şeydir. O olmasa, hiçbir şey olmaz, olamaz.

***

(Burada bir hiyerarşi yaratmaya çalışmıyorum bu arada… Hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye fakat anne de annedir, pardon yani… Devam ediyorum…)

***

2015 yılı içinde hala olduğuna inanamadığım Boğaziçi’nde çalışma hayalimi 2015-16 akademik yılı içinde gerçekleştirebilme imkanım oldu. Bu sayede birbirinden ilginç, özel öğrenciler ve insanlar tanıdım. Öncelikle öğrencilerime teşekkür etmek istiyorum: sizden öğrenebilmek ve sizinle öğrenebilmek çok keyifliydi. Umarım ben de size kimi kapıları aralayabilmişimdir. Sonra Irina, ofis arkadaşım, böyle tatlı bir kişi olamaz. Romanya asıllı İngiliz, çok tatlı bir insandı gerçekten. Dostluğu ve kocaman yüreği için ona da teşekkür ediyorum. Bir de Boğaziçi’ne… benim çalıştığım yer Güney Kampüs’ü gördükten sonra kozmik bir şaka olacak kadar kötü bir mimariye ve düzene sahipti ve denizi nokta kadar görüyordu ama O iş olmasa ne Güney Kampüs olurdu, ne evimin dibindeki Bebek yüzme havuzu, ne Hisarüstü’ndeki köprü manzaralı yüzme havuzu, ne dünyanın en güzel manzarasına baka baka, iç geçire geçire yürümeler, ne 3 kuruşa çaylar, ne de o şirin ama aynı zamanda da arsız kediler olurdu… Pey pey pey! O manzara! İnsan gözlerim neden fotoğraf çekemiyor, bu görüntüyü şairin dediği gibi aklıma nasıl mıh gibi kazıyacağım diye ne edeceğini şaşırtan o manzara.

***

İstanbul… sana da teşekkür ederim.
Seni seveceğimi düşünmemiştim hiç… yani Ankara doğumlu bir bozkır çocuğu olarak, çok kalabalık, puslu, karışık ve kaba geliyordun… Öylesin de… Ama o tuhaf hazinelerin… seni yaşamayana anlatılamazsın. Çok tuhafsın bir kere onu söylemeliyim, ama güzelsin. Sen de biliyorsun. Seni ne kadar mahvetmeye çalışsak da biz akılsız insan silsilesi, hala beceremedik, umarım hiç beceremeyiz. Belki akıllanırız ha İstanbul? … teşekkür ederim İstanbul. Constantinople, çok güzelsin.

***

Üç kuruşa çalışıyordum sonra, üç buçuk oldu… Onun için de teşekkür ediyorum. Kime mi? Kendime mesela, bir şeyi deneyip olmadığında dünyanın ona karşı olduğundan değil, sadece olmadığından dolayı olmadığını ve eğer uğruna emek vermenin doğru olduğuna inanıyorsan denemeye devam etmen gerektiğini sonunda anlayan aklıma, sonunda o heptagon jetonun düştüğü aklıma teşekkür ediyorum. Bu hususta sevgilimin de ağzında bitmedik tüy bıraktırtmadım tabii ki. Nasıl inandı bana bu adam hala anlayamıyorum? Öyle inandı ve inanıyor ki. Dağ gibi kocaman, hep yanımda, arkamda, önümde… O tam bir portakalı soydum başucuma koydum. Öyle ki… Öyle inanıyor ki, galiba artık ben de inanıyorum. Onca varoluşçu kriz, ben neye yararım, benden bir halt olmazların sonu buymuş: bu armağan. Bunun için teşekkür yetmez… Çünkü bundan daha özel bir armağan olamaz herhalde.

İnanır mısın, işte bu bahsettiğim güzel portakal arkadaşla birlikte oynamaya bir saniye ara vermediğimiz oyunlarda olduğu gibi, kurmaya bir saniye ara vermediğimiz hayallere biraz olta salladık. Sinek balıkçılığı ya da uçurtma balıkçılığı gibi… Hani oltamızı savurduk, denedik… Kimi olmadı, kimi de oldu… Mesela uzun süredir kurduğum doktora yapma hayali… Ben başvurmayacaktım, dedi ki bizimki, “Yahu hayır derlerse de denedik diyeceğiz, sen şimdi onlar hayır der diye niye başvurmamazlık ediyorsun?! Asıl şapşallık o. Hadi, yapabilirsin. Bak ben senin arkandayım, ailen de keza. Yap hadi” Yaptım, bekledim. Beklerken çok istedim, hayalden balonlar uçurdum Bebek’teki denizden göğe… Şaka değil. Kendi kendime “istiyorum. hakkediyorum.” diye haykırdım. Söyledim söyledim. Tekrar tekrar. Bazen dedim, “ya! seni. kim. ne yapsın?!”, bazen de “niyeymiş canım, ben azimle başaracağım!” bazen “hı hı, bekle başarırsın!”

Böyle böyle kabul oldum. Tamam Oxford değil ama düşününce de ben zaten Oxford’a başvurmadım ki.

***

(-“başvursan da kabul olmazdın zaten hayalperest zirzop! Şapşik!”)
(-“hayır öyle değil. kendine böyle şeyler söyleme, kendine iyi davran”)

***

Nerede kalmıştım. 2016’da iyi olmayan tuhaf şeyler oldu, mesela darbe girişimi. Tuhaflığın daniskası! İnsanlar öldü, hep boşuna… gerçekten öyle. En sevdiğim yazarlardan olan Aslı Erdoğan’ı dört ay içeri attılar. Yazar yahu yazar! Böyle barbarca şeylerin olduğu bir dünyada yaşamaya nasıl bu denli kanıksanmışlıklarla devam ediyoruz hayret ediyorum. İnsanlar peynir ekmek gibi ölüyor Orta Doğu’da. Bu da hiç iyi olmayan ve çok tuhaf bir şey mesela. Bir diğer hiç iyi olmayan tuhaf bir şey de birileri 10 kuruş kazansın diye birilerinin yarım kuruşa çalışmaya 2016’da da devam etmesi. . Niye yapıyoruz bunu! Çok saçma. Eğitim sistemi mesela, neyi niye öğrendiğini bilmeyen tepsi tepsi öğrencileri fırına sürüp, ıscak ıscak işsizlik piyasasına sürüyoruz. Bravo bize! Bu da hiç iyi olmayan tuhaf bir şey, öyle değil mi! Anlamlı eğitim yerine anlamsız eğitim… anlamsız, savaş gibi. A bak, iyi olmayan tuhaf bir şey daha. Savaş.

***

Hayata, hayatıma girenlere, hayatımda olanlara, bana büyüme imkanı verdikleri için minnet duyuyorum. İçimdeki sevgi böyle akışkan bir kek harcı gibi her uzvuma yayılıyor. Mutluyum. Mutlu olduğuma da şaşıyorum, ben kendimi hep varoluşçu krizlerden varoluşçu krizlere savrulacağım diye bekliyordum. Öyle olmadığını görmek ne güzel. Affferin kendime, hayatın ne aşırı ciddi, ne de öyle alelalade yaşanacak bir şey olmadığını, bir amaç uğruna yaşamanın ya da ölmenin illa Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı yazmak ya da Everest’i yerinden oynatmak olmadığını sonunda kafam gerçekten basabildi.

Sonunda anlayabildim: eğer elindekinin değerini bilebilir ve hayata teşekkür edersen, başka sahillere göçmeden kendine varabilirsen huzuru bulabiliyorsun. Sevgi; kepçe kepçe sevgi ve kaşık kaşık zaman iyileştiriyor, güzelleştiriyor her şeyi. Kendinle anlaşabilmek için de biraz sabretmen gerekebiliyor bazen… bekleyeceksin… bazen bekleyeceksin.

***

2016 defterim daha devam ediyor. Dostlarım mesela. Bazı dostlarımı onca seneden sonra yeniden tanıdım. Yüzleşmeler zor oldu… burada da şairden yardım dileneceğim, (Özdemir koş!) dilim dönmüyor hislerimi ifade etmeye: ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi. Gitti yani arkadaşım. Üzülüyorum.

***

Sonracığıma… Çok güzel tatiller yaptım, çok güzel yemekler hüplettim. pey pey pey. Cunda Adası mı dersin, Heybeliada mı, Kapadokya mı, Sinop mu, Balıkesir yazlıkçı geceleri mi…
Ne kadar güldüğümü ve eğlendiğimi nasıl yazarım bilmiyorum. Çok… çok eğlenceli günler geçirdim. Yine dostlarımla… Öyle güzeller ki…

***

Yılbaşı, Gregoryen takviminde herhangi bir gün, deliye her gün bayram, yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor olabilir… Ben, herkesin kullandığı bu Gregoryen’in etrafında bu merasimi yapmayı seviyorum. Yılbaşı şekerim, evet. Herkesin bir değişiklik yapıp hep birlikte bir kutlamayı paylaşması… Çok güzel. Öyle değil mi! Ben de kutluyorum, tıpkı bu 1 Ocak’ı kutladığım gibi…

Hoşgeldin 2017.

Hayal kurmaya, denemeye ve güzel şeyler uğruna emek vermeye devam ettiğimiz huzurlu ve verimli bir sene olman dileğiyle…

***

hadi zaman, naş! devam et, linear linear! ta ki kara delikler ya da karanlık maddeler seni aynı anda hem esnetip hem de genişletinceye kadar. Naşırt!