Nerede bu erkekler?

Dalga mı geçiyorsun şimdi diyeceksiniz hâlbuki gayet ciddiyim. Gerçekten nerede erkekler? Karşılaştığım her 5 kadından 4’ünün ‘erkeklerin olmayışıyla’ ilgili bir sıkıntısı var. ‘Bu kişisel istatistik ne kadar doğru’ diye sorgulamak tabii ki hakkınız, fakat etrafınıza bir bakın göreceksiniz, yaptığım doğru bir gözlem. Bu bahsettiğim her 5 kadının 4’ü asosyal insanlar değil, tamam bazısı gece kuşu tabirine de uymuyor ama sosyalliği gittiğiniz parti sayısıyla ölçemeyeceğiniz gerçeğini bir tarafa koysak bile, Ankara gibi bir yerde zaten gece kuşu olsalar ne olacak, olmasalar ne olacak?

Olan belli. İnsanlarla etkileşim içinde olamayacakları, insanları göremeyecekleri bir ortamları da yok bu kadınların; tecrit hayatlar yaşamıyorlar, ev hapsinde değiller, hapishanede değiller, okuldan eve, evden işe gitmek gibi bir döngüsel durumları da yok. Nedir yani? Hatta kimi bu durumun farkında olmasa bile, kadınlara biyolojik olarak bahşedilmiş dil avantajına da sahipler: kadınlar erkeklere nazaran kendilerini daha iyi ifade edebilir, sözel kapasiteleri daha gelişmiştir. Yani şöyle de diyebiliriz: kadınlara ‘çenen düşük’ yaftası yapıştırılıyor ama ne yapsınlar konuşabiliyorlarsa! Maalesef bunca konuşabilen, cici kadının bir yol arkadaşı yok. Kimisi geçmiş senelerin trajikomik ilişkilerinin yorgunluklarını üstlerinden atmak isteyip atamıyor, kimisi artık konuşmaya bile küsmüş, susuyor. Bu bahsi geçen trajikomik ilişkilerin trajik kısmı, üzerlerinden geçen zaman sayesinde komikleşmiş yani zannetmeyin ki eğlenceli ilişkilerden bahsediliyor.

Mutant Kadın

Biz nasıl bir toplumsak artık ya da toplumu filan geçtim nasıl bir dünyada yaşıyorsak, bu ortamın kadınların üzerinde yarattığı etki, baskı öyle bir tezahür ediyor ki, kadınlar aynı anda bir nevrotik kız arkadaş, bir anlayışlı anne, bir maceracı gezgin, bir kuralcı öğretmen, bir burnu uzun pinokyo, bir cazibeli hatun böyle birbiriyle alakasız bir yaratığa dönüşüyor. Çok yönlülükten değil, yönsüzlükten olagelen bir durum. Bu kadınlar iki araya bir dereye sıkışmış durumda. Haliyle, bu sıkışıklıktan kendilerini kurtarmak için birçok yol arıyorlar. Pek çoğu geçtiğimiz son on senede hızla artan kişisel gelişim rüzgârına bırakıyor kendini. Psikolojiyle kadının ilişkisi hep çok iyi olmuştur zaten. Çünkü yine doğası gereği kadın, duyguları daha iyi ve rahat gözlemleyebilme kapasitesine sahiptir. Velhasıl, hâlihazırdaki biyolojik kabiliyetlerini rüzgarın yönü de destekleyince, kadınlar karşılaştıkları değişik psikoterapi metotlarını hatmeder oldu; hipnoterapi, reiki, NLP, evrenin gücü, falanfişman derken, kadın içinin içine iyice bakmaya yöneldi. Peki ne oldu, ne öğrendi bu kadınlar? Kimi öğretiyi hazmedemeyip, öğretiye kendini öğretmeyi bile başardı, kimi de, benim gibi, şunu öğrendi: insan önce kendini tanımadan başkasını tanımaya çalıştı mı her şeyin suyu çıkıyor. Su küçüğün lafı da herhalde buradan geliyor zahar; insan küçükken epey bir sulanıyor. Dediğim gözlemin yanı sıra tecrübeyle de sabit.

Değişir, tabii değişir (!)

Sizi bilmem ama benim etrafımdaki kadınlar en az bir defa ilişkilerini gelişmiş hayal kurma kapasiteleri odağıyla, karşılarındaki insanı bir prense dönüştürme eğiliminde oluyorlar. Birde işin içine biraz sevgi karıştırmışlarsa vay hallerine. Karşılarında okuluna ya da işine gidip gelen, özgüveni çok havalıyım ben rolü yaparak gezip tozacak kadar düşük olan oğlan çocukları varken, onları geleceklerinin vazgeçilmezleri olarak görebiliyorlar. Bence bu eğilimimin kaynağı, aşağıya koyduğum ilişkilere dair geçen bu pek sevgili diyaloglar yüzünden:

– Bilmiyorum, biraz kaba davranışları var, hoşuma gitmiyor. Ben yapamayacağım bu çocukla galiba.

–Yaa n’olucak bak Hale’nin Ali’de ne kadar kabaydı hatırlasana şimdi bak ne kadar kibar. Her şeyin başı eğitim, çocuğun eli yüzü düzgün bence bırakma. Ya değişirse… Bundan olur ben sana söyleyeyim, pişirirsin sen onu.
Ya arkadaşım nereye pişiriyor! Pişire pişire yaktık dibini. Yazık günah ya! Arkadaş kurbanı olmak böyle bir şey herhalde. Gençlik akılsızlığı mı desek artık ne dersek diyelim kadınlar bu diyaloga inanıyor ve başlıyorlar eğitime…

-Eee? Ne oluyor peki?
-Bir şey olamıyor işte

Fakat tabii diyeceksiniz ki ne biliyorlar da ne öğretiyorlar? Haklısınız, gerçekten çoğunun hiçbir fikri olmuyor ne yaptıkları hakkında. Nitekim de ne olduğunu anlamakları olaylarla karşılaşıyorlar. Hani insan kişiliği nasıl şekillenirse şekillensin karşılaşmadığı durumlarda başka insanlardan, hikâyelerden, filmlerden taklit ederek başka bir deyişle rol çalarak hareket eder ya, hani çocuk sahibi olunduğunda ister istemez çocukluğundan beri içine işlemiş ‘anne’ ya da ‘baba’ rollerinden pasajlar oynanılır ya, farkında olmadan aynen böyle bir şey oluyor. Kadınlar ne olduğunu anlamadan, bir bakmışlar yerleri siliyorlar, evi topluyorlar Külkedisi misali, saçlarını uzatıyorlar, tarıyorlar cici cici Rapunzel gibi, anneleri gibi sabrediyorlar, susuyorlar, sonra el insaf arada bir parlıyorlar -orasına girmeyelim- ama bakıyorlar bakıyorlar, öpüyorlar ediyorlar kurbağaları prense, kabakları arabaya dönüşmüyor; olmuyor da olmuyor. Tabii bu vahametin gerçek sebebini farkına varmaları biraz kan, ter, göz yaşı götürüyor onlardan ama şimdi bakıyorum, bu kadınlar farkındalar ama buna rağmen yalnızlar ve konumuzun başında da belirttiğim gibi erkek yok. Diyeceksiniz ki seni bahar erken çarptı galiba, ne bu erkek yok erkek yok ama hayır bununla alakası yok, bu kadınlar yalnız, hazır, artık farkında ve birer yol arkadaşı istiyor. Basit ve çok normal değil mi? Değil işte! Nerede! Erkek yok ki!

Tolstoy hayatın anlamının sevgiye dayanan çabada gizli olduğunu söylemiş. E bizde bunu deniyoruz değil mi!