Aşk Meşk

Bunu daha önceden nasıl yazmadım gerçekten! Köşenin adı Adem ve Havva; sözde aşk meşk ama size Helen Fisher’dan bahsetmedim. Kusuruma bakmayın, hemen başlıyorum:
​Helen Fisher, Rutgers Üniversitesinde biyolojik antropoloji profesörü, aşk, cinsiyet farklılıkları, evlilikler, bunların evrimi ve benzer konular hakkında pek çok kitabı var ve arkadaşlık, tanışma, eş arama siteleri olarak adlandırılan sitelerin en büyüğü olan match.com’un bir uzantısı olan chemistry.com’a da danışmanlık veriyor. Aşk üzerine 45 yıllık araştırmaları didik didik arayıp neden aşık olduğumuzu, aşkın evrimini, romantik aşk diye tabir ettiği aşkın daha duygusal ve coşkulu tarafını,
ve neden aldattığımızı anlatıyor. Tam 30 senedir de aşkı araştırıyor. Tam 30 senedir!
​Aşık olduğumuzda karşımızdaki kişiye hemen özel bir anlam atfedip, onu hayatımızın merkezine alıyormuşuz. George Bernard Shaw’ın bir sözünden bahsetmiş Fisher,
“aşk, bir kadınla öteki arasındaki farklara daha fazla önem vermektir.”
Aşık olduğumuz kişiye özel anlamlar atfetmekle kalmayıp üzerine titremeye başlıyormuşuz, onu yüceltiyormuşuz. O kişiye karşı gitgide bir bağımlının maddeye duyduğu hisleri duymaya başlıyor, sevdiği her şeyi seviyor durumuna geliyormuşuz. Aşk çok basitmiş aslında. Onun yalancısıyım.
​Aşkın ana özelliği arzuymuş. Sadece cinsel olarak değil, aşık olduğumuz kişinin bizi daha çok aramasını, bir yerler davet etmesini, ilgilenmesini arzularmışız. Diğer bir temel özellik de hissettiğimiz dürtüymüş ya da güdü; aşık olduğumuzda beynimizde bir şalter atarmış ve beynimizin tek çalışabildiği nokta aşık olduğumuz kişiyle ilintili olurmuş. Bir de takıntılı olurmuşuz. Aşık olduğumuz kişiyi düşünmeden edemez, onun için canımızı dahi şıp diye verirmişiz.
​Bilimsel araştırmalardan bahsedip sizi sıkmak istemem ama burası gerçekten bahsetmeye değer: Fisher, örneklemindeki aşık kişilere MR makinesinde beyin taraması yapıyor ve aşık oldukları kişinin fotoğrafını değişik pek çok fotoğrafın arasına katarak kişiye gösteriyor.
Sonuç: aşık kişi, aşık olduğu kişinin fotoğrafını gördüğünde beyninde kokain maddesinin harekete geçirdiği aynı bölge aktive oluyor.
​Aşk bir duygu değilmiş, bir duygu silsilesiymiş belki ama en doğru karşılığı bir dürtü olduğuymuş. Hatta cinsel güdülerden de güçlü bir dürtüymüş; birisine “seninle birlikte olmak istiyorum” dediğimizde, “hayır” cevabını alırsak intihar etmezmişiz, depresyona girmezmişiz ama aşk için hem ölür hem de öldürürmüşüz.
​Üç beyinsel sistemimiz varmış: aşk, şehvet ve bağlılık. İç içe geçtikleri de geçmedikleri de olurmuş… Salgılanan değişik kimyasalları göz önünde bulundurarak aşık etmek istediğimiz kişiyi kendimize aşık edebilirmişiz; yani daha doğrusu aşık olma olasılığını artırabilirmişiz diyelim.
​Mesela aşık olduğumuzda salgılanan dopamin hormonu aynı zamanda adrenalinimiz yükseldiğinde de salgılanırmış. Yani aşık etmek istediğimiz kişiyi heyecanlanacağı bir ortama sokarsak ve yanından ayrılmazsak, bize aşık olma ihtimali büyük ölçüde artıyormuş. Tabii bu kadar kolay olsaydı herkes aşık etmek istediği kişiyi kaptığı gibi bungee jumping yapmaya koşardı. Aynı zamanda yakınlık, gizem, zamanlama, esrarengizlik, “aşk haritası” diye tabir edilen çocukluğumuzdan beri bilinçsiz bir şekilde listelediğimiz özelliklere uyan insanlara aşık olurmuşuz, aşık olduğumuz kişinin tamamlayıcı beyin sistemleri de olması gerekiyormuş.
​Yaaa…. Kolay mı!
​Ama şunu anlıyorum ki, gerek Helen Fisher’ın şu an size özetlemeye çalıştığım ted.com konuşmasından, gerek diğer okuduklarımdan; insan iradesi olduğunu düşünüyor ya… Zavallıca… Hıı bazen var… Bazen.
​Dopaminiymiş, oksitosiniymiş, vasopresiniymiş, yıldızlarmış, gezegen hareketleriymiş, ay çekiliyormuş, gelgitlermiş, östrojen seviyesiymiş, testesteron seviyesiymiş derken… geriye kalanla yetinmeye çalışıyoruz.
​Evet… Ezik edebiyatı mı yapıyorum şimdi?! Neyse Sabahattin Ali’nin para için yazdığı satırları iradesizliğimiz için de bir kez daha tekrarlayalım:
​“Sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın (koşacaksın)… Fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir…”