Sınıflandırmaca

Sizi gerçekten kim seviyor? Düşündünüz mü? Bu öyle biri ki, ne yaparsanız yapın yanınızda olacak, sizi sarıp sarmalayacak, güvende hissettirecek ve bunu yapabilmenin mutluluğu ona yetecek, onu tatmin edecek ve huzurlu kılacak. Kim o ya da öyle biri var mı?
Peki, bir de madalyonun öteki yüzüne bakalım, siz gerçekten kimi seviyorsunuz? Eğer bir cevabınız varsa bu soruya, o kişi ya da kişiler ne yaparlarsa yapsınlar onları sarıp sarmalamak, güvende hissettirmek ve sevildiklerini hissettirmek sizi tatmin edecek ve huzurlu kılacak mı?

Aileden biri mi cevabınız: çocuğunuz, anneniz, babanız, yeğeniniz, kuzeniniz mi, kardeşiniz bildiğiniz dostlarınız mı, sevgiliniz, yol arkadaşınız mı?
Bir insanın ne yaparsa yapsın yanında olmak sevgi mi? Mükemmelliyetçilikten mi, kibirden mi yoksa? Takıntı mı? Belki alışkanlık…

Dehliz Muhakemesi

Bazen içinize kaçtığınızda, içinizin dehlizinden geçmeye çalışırken bunları düşünürsünüz: Kim gerçekten bana değer veriyor? Kim gerçekten benim yanımda? Diyebilirsiniz ki, bu kalabalık, bu kuru, kupkuru kalabalık sadece tozdan ibaret. Diyebilirsiniz ki, ben ne ekersem onu biçerim. İki iyi davranırım gelirler, iki kötü davranırım giderler. Çoğunluk için doğru da…

Ama biliyor musunuz? Bütün sevgi seli cümlelerini bir yana bırakırsak, eninde sonunda, insan yalnız kalmaktan sıkılıyor. Mutsuz olmaktan sıkılıyor. Başka bir şey yapmak, başka bir şey söylemek istiyor. Anlayabilmek istiyor her şeyden ziyade. Herkesten önce kendini.

Sevgi böyle bir şey değil

Sevgi paylaştıkça keyif alınan, zoraki olmayan, bal gibi, pekmez gibi doğal olan bir şey. Şeker gibi suni, tokluk hissi vermeyen bir şey değil; sonsuz merhamet de değil.

Amaaan! Neyse ne!

diyebilirsiniz ama biraz da olsa kendinizi, karşınızdakileri anlamaya çalışıp, bir sınıflandırmaca yapmadan hayatınız sürdürmeyi bırakın, kıpırdayamazsınız. Biliyorum kulağa hoş gelmiyor sınıflandırmak, tanımlar yapmak, fazla önyargılı geliyor belki ama…

Güzel bir romandan bir alıntı “… bu sürekli tanım bulma çabasını kabullenemiyordum. Seni sınıflandıracak bir sıfat yoksa sen de yoksun, anlamına geliyordu. Sonra alıştım, sınıflandırma yapmanın insanoğlunun doğasının bir parçası olduğunu anladım. Eğer kim olduğunu bilirsem seninle nasıl bir ilişki kurabileceğimi de bilirim , ama eğer sen bağlantıların ve rollerin olmayan bir kişiysen senin hakkında ne düşünebileceğimi bilemem. Sen çıplaklık anlamına geliyorsun ve kenidini bu çıplaklıkla koyuyorsun ortaya. Ve çıplaklık, rezalet anlamına geliyor.”

“Hepimiz, varoluşumuza izin veren bir tanıma sahibiz ve bu tanım öyle bir sal ki, onun sayesinde fırtınalı günlerin çalkantısına dayanabilir, onun sayesinde delirmeden nehrin sonuna kadar varabiliyoruz.” (Tamaro, Sonsuza Kadar)